Günümüz insanını anlamanın yolu onların içinde yaşadıkları ekonomik ve siyasi sistemleri anlamaktan geçer. Bu anlamda dünyadaki hakim ve tek yaşayan ekonomik sistem olan kapitalizmin iyice anlaşılması ve ekonomik sistemin yanında toplumsal yaşama inen yönlerini de tahlil etmek gerek. Bu bağlamda kapitalizmin uzun ömürlü olmasını sağlayan, kapitalist sistemi ayakta tutan, sistemin sosyal hayata olan etkisidir. Sistem sadece ekonomik şartlarla değerlendirilmemeli, sosyal yaşamdaki organize edici, insanların yaşamlarını ve kişiliklerini belirleyici etkisi asla küçümsenmemelidir.
Tarihin sonu geldi mi? Kapitalizm kendi önündeki öteki ekonomik ve politik sistemleri devre dışı bırakarak tek hakim sistem konumuna geldi. Bu anlamda artık tarihin sonu gelmiştir. En son Birleşik Arap Emirliklerinde hafta sonu tatilinin Perşembe ve Cumadan, Cumartesi ve Pazara alınması kararı, kapitalizmin sonunda Arap yarım adasında da zafer kazandığını gösterdi. Bu günlerde Arap ülkelerinde hafta sonu tatilinin değiştirilmesi tartışmaları devam etmekte. Kapitalizm Irak savaşıyla önündeki aslında 100 yıl önce Osmanlı’ya karşı İngilizler eliyle yarattığı ve 1979 Afganistan’ın Sovyetlerce işgali ile birlikte militanlaştırdığı geleneksel Arap-İslam-Vahhabi oluşumunu da aşmaktadır.
Kapitalizmin tek güç haline gelmesiyle küreselleşen dünya artık insanların yaşamlarını da birbirine benzer hale getirmiştir. Bireyselleşen insanın bencilliği, acımasızlığı, merhametsizliği, ötekine yabancılaşması, normal birer davranışmış gibi sunulmakta, aslında bencilleşen, acımasızlaşan, ötekine yabancılaşan insanın daha verimli çalışması önündeki engeller böylelikle ortadan kalkmış olmaktadır. Ya insanlar memnun mudur hayatından? Bencillik doğru bir davranış mıdır? Acımasızlık? Bunlar insanı memnun eder mi? Mutlu eder mi? Para her şey midir? Modern insan işini yaşamını sevdikleri için terk edemez, çünkü sistem onu böyle şekillendirmiştir. Kapitalini terk etmeyi bilmemelidir. İs devam etmelidir. Para kazanılmalıdır, iş yaşamı devam etmelidir, öteki bir deyişle dükkan devamlı açık kalmalıdır. Bunun bir istisnası yoktur. Çalışmak önemlidir, iş hayatının devamını hiç bir şey engellememelidir. Aslında bu kuralın istisnasını da şirket CEO’ları yaşamaktadır, onlar haftada 40 saat çalışmamakta, sevdiklerine ayıracakları vakitleri bulabilmektedirler, ancak CEO’ların belki de büyük bir çoğunluğu bu göreve gelebilmek için çoktan sevdiklerini, ailelerini kaybetmişlerdir, onlar 50’li yaşlarında kendi zamanlarını kontrol edebilme haklarını almışlardır, ancak bu vakti harcayacak kimseleri yanlarında kalmamıştır. Ya da insani yanlarını çoktan yok etmişlerdir. Ya CEO olacak şansı yakalamayanlar ki bunlar büyük çoğunluğu oluşturmaktadır. Ölene kadar çalışan bu kitle, hiç bir zaman gerçek anlamda mutluluğu yakalayamamış ve kendi günlerini tek başlarına planlama lüksleri olmamıştır.
Kapitalizmin kurbanları kendilerini kurban olarak hiç bir zaman görmezler, çünkü sistem onların eleştirisel düşüncelerini almıştır, insani yanlarını tırpanlamıştır, haftada 40–50 saat çalışmak, çekici olmak için en az haftada 4–5 gün GYM’e gitmek, hafta sonu eğlenmek ki bu barda saatlerce içmek demek, sonra sabaha kadar seks, sonra tekrar işe dönmek. Uyuşturucu ile birleşen seks partileri bir anlamda yeni bir tapınma şeklini yaratmıştır. AIDS ve öteki ciddi hastalıkların bu insanlar için artık korkutucu bir yanı yoktur, çünkü onların yaşamlarından başka kaybedecekleri şeyleri yoktur, aynı komünizmin yüzyıl önce çocuklarından başka kaybedecek bir şeyleri olmayan proletaryayı tanımlaması gibi, çocukların olmadığı bir toplumda artık kaybedecek bir şey de kalmamıştır. Öldüklerinde arkalarında ağlayacak, onlar için üzülecek kimseleri olmayanlar ölümün üzerine gidebilir. Sistemin kurbanları tarihin son aşamasında artık şehvetlerini tatmin edecek yeni yollar bulmak için enerjilerini harcamaktadırlar. Bu kurbanlar ölümle de şaka yapmayı kendilerine bir ayrıcalık olarak görmüştür, korkusuzluk kurbanlar için çok çekicidir ve yaşamlarını değişik kılmak için aslında çok korkak olan zihinlerini, risk alarak aldatmayı tercih etmişlerdir.
Kapitalizm dinleri de kendine benzetmiştir. Din adamları dini kendi işleri görmüşlerdir ve o dine inananları da büyük bir Pazar. Kapitalizm dini de bir sektör, bir market haline getirmiştir. Din adamları kendi işlerini tam anlamıyla yaparken, aynı bir mühendisin özel hayatına işini sokamaması gibi, kendi özel hayatlarına bir iş olan dini sokmamışlardır. Çünkü onlar da bu sistemin bir parçası olmuşlardır. Özel hayatlarında din adına söylediklerinin tam tersini yaşamayı tercih etmişlerdir. Çünkü kapitalizm dinleri de kendi gelişmesi önündeki engellerden biri olarak görmüştür. Dinleri kendi kurallarına uydurmakta bir anlamda zorluk çekmemiştir. Artık dinlerin de genel anlamda bir özelliği kalmamıştır, ayni içi boşaltılan öteki kavramlar gibi aile gibi arkadaşlık gibi.
Tüm ekonomik sistemlerin temel amacı zenginlik ve refah olmuştur, kimi zenginliği serbest piyasa sistemi üzerine dayandırmış, kimi ise kapitali toplumun ortak malı olarak göstererek, insanları kapital için çalışmaya teşvik etmeyi öngörmüş, faşizm ise parayı ve toplumu yönetmeyi kooperatiflere bırakmıştır. Ancak kapitalizmin uygulaması başarıyla sonuçlanmıştır. Ve kapitalizm 1991 yılında Sovyetlerin yıkılması ve 2006 yılında Afganistan, Irak ve Arap yarım adasının tümüyle işgali ile nihai zaferini ilan etmiştir. Denilebilir ki Çin ve Küba’yı nereye koyacağız, bir de Venezuela ve İran’ı, bunların söylemleri görünüşte kapitalizme karşı olmasına rağmen gerçekte kapitalizm bu ülkelerde en acımasız bir şekilde yaşamını devam ettirmektedir. Çin’de, Avrupa’da kapanmak zorunda kalan K-Mart milyarlarca dolar kâr edebilmiştir, ya Küba ekonomisi; turizme dayanan ekonomi, turistler için yeni zevkler sunmada kendi vatandaşlarını en acımasız şekilde kullanmaktan çekinmemiştir. Venezuela başkanı konuşurken ülkesi dünyanın beşinci büyük petrol üreten ülkesi olmasına rağmen halen daha halkının büyük kesimi yoksulluk içinde yasamaktadır. Ya İran, Şah döneminde toprak sahibi olan mollalar, devrimle petrol gelirinin de sahibi olmuşlardır, şu anda dünyanın değişik ülkelerinde İranlı dini liderlerin çocukları, yakınları büyük şirketlerle dünya kapitalizminin içinde yerlerini almışlardır. Buna karşın İran halkının büyük çoğunluğu ekonomik olarak zor durumdadır.
Kapitalizm sevgi ve aşka da geçit vermez. Çünkü sevgi bir afyondur, aynı komünizmin din afyondur demesi gibi ya da aile karşıtlığı gibi, kapitalizm bu sorunu temelde çözmüştür, aşkı, sevgiyi anlamsızlaştırmıştır. Anlamsızlaştırılan dinler gibi sevda kavramının da içi boşaltılarak sadece söze indirgenmiştir. Yaşlanmak büyük bir korkudur, yaşlanınca büyük huzur evleri imdada koşar, ancak burada da yaşlanana kadar biriktirdiğin kapitalin miktarı önemlidir, çok para biriktirmişsen lüks bir huzurevinde dünyaya gözlerini kapatırsın ya da çok kötü şartlar altında. Kapitalizmin hedonizmle hayatları doldurulan kurbanları artık sevgiye hayatlarında geçit vermeyerek zafer kazanmış gibi hissetmişlerdir. Çünkü hedonizm sevgi istemez, çünkü para sevgi tanımaz, sınır tanımayan para, kalplerde de sınır tanımamalı, ABD’de 50-60’li yaşlarda olanlar arasında boşanma oranı son 10 yılda oldukça artmıştır, çünkü hedonizm-kapitalizm yeni tatlara da ulaşılması gerektiği, onlara da sahip olunması gerektiğini öğretmiştir. Kapitalist bireyler her şey zevk için mantığıyla aslında her şeyin kapitalizm için olduğunu unutmaktadırlar. Globalleşen dünya ile bilgiye ulaşmak kolaylaşmış, medya dünyada sinir tanımaz hale gelmiştir. TV kanallarında dünyanın öteki ucundaki yaşamlar şimdi dikkatimizi çekmektedir, ancak ABD ve Avrupa ülkelerinde yaşayanlar için bunun bir anlamı yoktur. Çünkü gündelik hayatı yaşamak kapitalizmin temel felsefesidir. Toplumun geneli, büyük çoğunluğu, tüketmek, kapitalizmi ayakta tutmak için vardır. Onlar için Türkiye’nin dünyanın neresinde olduğunun önemi yoktur, zaten bilmeleri de gerekmez. Çoğunun zihinleri sürekli aldıkları uyuşturucu ile uyuşturulmuş ve sistemin devamı için kendine düşen görevi yerine getirmeğe devam etmektedirler.
Sevginin, aşkın, inancın, ailenin ve arkadaşlığın olmadığı bir toplum küresel dünyanın belki de en sevilmeyecek yüzüdür. Globalleşmekle bir anlamda insanların karnının doyması sağlanmaktadır, ancak kapitalizm girdiği köylerde hiç merhametli değildir. Çünkü merhamet çoktan kapitalizm tarafından yok edilmiştir. Çocukları için merhamet göstermeyen anne babalar küreselleşen dünyada Tanzanya’daki aç çocuklar için çalışmaya gitmeyi bir merhamet gösterisi olarak kendi kurbanlıklarını unutmak için kullanmaktadırlar. Oysaki kendi çocukları yanı başlarında onların sevgisini ve merhametini beklemektedirler. Ancak bu çocukların çığlıkları ne yazık ki duyulmamakta, her gün onların yalnızlığını daha da ağırlaştırmaktadır.
Karamsarlık belki de kapitalizmin bireyin ruhuna kazandırdığı bir kirli histir. Modernleşen birey, rasyonelleştikçe olaylara iyi yönlerinden bakmayı da unutmaktadır. Artık şüphecilik, kötümseme onun için tek yoldur, çünkü sevdiği ve güvendiği insanların ihanetiyle artık o gittikçe kendinden başkasına güvenmez olmuştur.
Sonuç olarak, kapitalizm kişinin bireysel ve sosyal hayatına geleneksel, modern ötesi yaşama oranla derin ve onarılması gittikçe zorlaşan zararlar vermiştir. Bu yazı eleştiri savından hareketle olanı çıplak bir şekilde yansıtma çabasındadır. Ancak aşk ve umut her zaman, kapitalizme inat, düşünen insanın yaşam kaynağı olmaya devam edecektir.
Murad ESİN - KAOS GL
13 Haziran 2010 Pazar
10 Haziran 2010 Perşembe
DURDURUN BU BANKA REZALETİNİ
Kredi kartı sahipleri dikkat! Banka, kredi kartı borcunu ödeyip kartı da iade eden müşterisi Hakan Polat`a üç yıl sonra 1 kuruşluk borç için 504 TL`lik icra yollandı. Banka 1 kuruşluk borcunu ödemeyen Ankaralı Hakan Polat`ın evine icra gönderdi. 1 kuruşluk borcunun faiziyle 504 liraya ulaştığını öğrenen Polat, avukatı aracılığıyla karara itiraz etti. Avukat Levent Karakaş, `Türkiye`de Polat`ın durumunda çok sayıda kişi var` dedi.
Hakan Polat`ı icralık eden süreç, bir bankadan kredi kartı almasıyla başladı. Alışverişinin büyük bir bölümünü kredi kartıyla yapan Polat`ın borcu 2 bin 900 TL`ye ulaştı. Polat, borcunun hepsini 2007`de bankanın Mithatpaşa şubesine yatırdı. Kartı da iade etti.
Ancak 5 Mart 2010 tarihinde gelen bir yazı Polat`ı şok etti. Çünkü gelen belge, Ankara 32. İcra Müdürlüğü`nde gelen bir ödeme emriydi. Ödeme emrinde Polat`ın bankaya asıl alacak olarak `0.01 TL (bir kuruş)` bulunduğu ve üç yıllık faiz uygulandığı yazıyordu. Banka üç yıl boyunca bir kuruşa 480.66 TL yasal faiz uygulamış, ayrıca BSMV(Banka Sigorta Muameleleri Vergisi) olarak 24.03 TL eklemişti. Böylece bankanın Polat`tan 1 kuruş karşılığı istediği toplam para miktarı 504 TL`ye çıktı.
Yedi gün süre verildi
Yazıda Polat`a borcunu ödemesi için yedi gün süre verilerek şöyle denildi: `504.70 TL tutarındaki toplam alacağına icra gideri, vekil ücreti ve takip tarihinde itibaren asıl alacağı tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla tahsili emridir.(Fazlaya dair ve faiz oranlarındaki artıştan doğan talep hakkımız saklıdır).`
Polat`a gelen yazıda borcu konusunda itiraz hakkı bulunduğu, ancak bu itirazını yazılı veya sözlü olarak icra dairesinde yedi gün içinde bildirmediği takdirde hapis cezasının söz konusu olduğu da anlatıldı.
Polat`ın avukatı Levent Karakaş, icra takibinin durması için icra müdürlüğüne başvurdu. İtiraz nedeniyle icra takibinin durduğunu belirten Karakaş`a göre müvekkilinin durumuna düşen daha pek çok kişi var.
Bir de avukat masrafı çıktı
Karakaş, `Avukatlık masrafı dahil edildiğinde müvekkilin ödeyeceği toplam para 700 TL civarında olacak. Aslında Hakan Polat`ın başına gelenler bankacılık sektörünün geldiği durumun çok çarpıcı bir örneğidir. Zaten bankalar karşısında güçsüz durumdaki vatandaş bu uygulamalarla daha da güç durumda kalıyor. Türkiye`de Hakan Polat gibi çok sayıda insan bulunuyor` dedi.
Polat`ın borcuna eklenen BSMV, bankacılık ve sigortacılık işlemlerinden doğan ve bu işlemlerin miktarları ya da gelirleri üzerinden hesaplanan Banka Sigorta Muameleleri Vergisi isimli bir vergi türü. Tüketici kredilerine tahakkuk eden (faiz üzerinden yüzde 5) BSMV, taksitlerle birlikte resmi kurumlara ödenmek üzere krediyi kullandıran kurum tarafından müşterilerinden tahsil ediliyor.
TÜMGAZETELER - http://www.tumgazeteler.com/?a=6011527
Hakan Polat`ı icralık eden süreç, bir bankadan kredi kartı almasıyla başladı. Alışverişinin büyük bir bölümünü kredi kartıyla yapan Polat`ın borcu 2 bin 900 TL`ye ulaştı. Polat, borcunun hepsini 2007`de bankanın Mithatpaşa şubesine yatırdı. Kartı da iade etti.
Ancak 5 Mart 2010 tarihinde gelen bir yazı Polat`ı şok etti. Çünkü gelen belge, Ankara 32. İcra Müdürlüğü`nde gelen bir ödeme emriydi. Ödeme emrinde Polat`ın bankaya asıl alacak olarak `0.01 TL (bir kuruş)` bulunduğu ve üç yıllık faiz uygulandığı yazıyordu. Banka üç yıl boyunca bir kuruşa 480.66 TL yasal faiz uygulamış, ayrıca BSMV(Banka Sigorta Muameleleri Vergisi) olarak 24.03 TL eklemişti. Böylece bankanın Polat`tan 1 kuruş karşılığı istediği toplam para miktarı 504 TL`ye çıktı.
Yedi gün süre verildi
Yazıda Polat`a borcunu ödemesi için yedi gün süre verilerek şöyle denildi: `504.70 TL tutarındaki toplam alacağına icra gideri, vekil ücreti ve takip tarihinde itibaren asıl alacağı tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla tahsili emridir.(Fazlaya dair ve faiz oranlarındaki artıştan doğan talep hakkımız saklıdır).`
Polat`a gelen yazıda borcu konusunda itiraz hakkı bulunduğu, ancak bu itirazını yazılı veya sözlü olarak icra dairesinde yedi gün içinde bildirmediği takdirde hapis cezasının söz konusu olduğu da anlatıldı.
Polat`ın avukatı Levent Karakaş, icra takibinin durması için icra müdürlüğüne başvurdu. İtiraz nedeniyle icra takibinin durduğunu belirten Karakaş`a göre müvekkilinin durumuna düşen daha pek çok kişi var.
Bir de avukat masrafı çıktı
Karakaş, `Avukatlık masrafı dahil edildiğinde müvekkilin ödeyeceği toplam para 700 TL civarında olacak. Aslında Hakan Polat`ın başına gelenler bankacılık sektörünün geldiği durumun çok çarpıcı bir örneğidir. Zaten bankalar karşısında güçsüz durumdaki vatandaş bu uygulamalarla daha da güç durumda kalıyor. Türkiye`de Hakan Polat gibi çok sayıda insan bulunuyor` dedi.
Polat`ın borcuna eklenen BSMV, bankacılık ve sigortacılık işlemlerinden doğan ve bu işlemlerin miktarları ya da gelirleri üzerinden hesaplanan Banka Sigorta Muameleleri Vergisi isimli bir vergi türü. Tüketici kredilerine tahakkuk eden (faiz üzerinden yüzde 5) BSMV, taksitlerle birlikte resmi kurumlara ödenmek üzere krediyi kullandıran kurum tarafından müşterilerinden tahsil ediliyor.
TÜMGAZETELER - http://www.tumgazeteler.com/?a=6011527
Etiketler:
banka,
bankacılık,
fakir,
finansbank,
garanti bankası,
halkçı görüş,
halkın gençliği,
hsbc,
imar bankası,
kredi borcu,
kredi kartı borcu,
mudi,
tümgazeteler,
yapı kredi
5 Haziran 2010 Cumartesi
Derin olmayan bir analiz: Gülen ne yapmak istiyor
GELİN Fethullah Gülen’in siyasal çizgisindeki önemli duraklara bir bakalım:
* Türban eylemlerine karşı çıktı.
* Türbanlı kızlara “Otoriteyle çekişmektense açın başınızı girin” dedi.
* Milli Görüş hareketine karşı mesafe koydu.
* Demirel’le iyi ilişkiler kurdu.
* Refah Partisi’nden farklı olduğunu göstermek amacıyla “diyalog” adı altında toplantılar düzenleyip çeşitli kesimlere açıldı.
* 28 Şubat’ta Erbakan’ı eleştirdi, askere destek verdi.
* 28 Şubat’a karşı en küçük bir direniş göstermedi.
* Ecevit’le yakınlaştı.
* * *
Bütün bunlardan “Fethullah Gülen’i nasıl bilirsiniz?” sorusuna şu türden yanıtlar çıkar:
* Macerayı hiç sevmez, gözü kara değildir.
* Denge adamıdır ve aşırı ihtiyatlıdır.
* Türkiye’nin dünya sistemi içindeki yerini önemser.
* Temkin onun şiarıdır, kelimenin tam anlamıyla ılımlıdır.
* Radikalizme karşı mesafelidir.
* Savrulmaz, intizamsızlığa asla prim vermez.
* Kontrollüdür, cemaat içinde hiyerarşiye uyum ister.
* * *
Bu özelliklere bakarsak...
Fethullah Gülen’in “Gazze gemileri”ni eleştirmesi karşısında şaşırmamamız, hayret etmememiz gerekir.
Ama şaşırıyoruz, ama hayret ediyoruz.
Neden mi?
Şundan dolayı: Fethullah Gülen epey bir zamandır, hareketini AK Parti içinde eritmişti. Darbe planlarına karşı hayli enerjik, askerin etkinliğinin kırılması için de epey agresif bir çizgi izliyordu.
Yani bu konuda AK Parti ile yüzde yüz uyum içindeydi.
* * *
Ama ne zaman ki “İsrail /ABD / Gazze gemileri” konusu gündeme geldi, işin rengi birden değişti.
Gülen, AK Parti ile ayrışma ihtiyacı hissetti.
Bunun üç temel nedeni var:
* BİR: Askeri geriletmenin dünya sistemi açısından bir sorun teşkil etmediğini bilen Fethullah Gülen, “gemi olayı”nın dünya sistemi tarafından “çok aşırı bir hareket” olarak algılandığını gördü. Ve sistemden kopmak istemedi.
* İKİ: AK Parti’nin dünya sistemiyle uyumsuzluk sürecine girdiğini gördü ve bu nedenle AK Parti’den ayrışmak istedi.
* ÜÇ: AK Parti’nin hafiften gerileme sürecine girdiğini, CHP’nin hafiften yükselişe geçtiğini, ufukta da bir CHP-MHP koalisyonunun göründüğünü fark etti.
Ahmet HAKAN - HÜRRİYET GAZETESİ
* Türban eylemlerine karşı çıktı.
* Türbanlı kızlara “Otoriteyle çekişmektense açın başınızı girin” dedi.
* Milli Görüş hareketine karşı mesafe koydu.
* Demirel’le iyi ilişkiler kurdu.
* Refah Partisi’nden farklı olduğunu göstermek amacıyla “diyalog” adı altında toplantılar düzenleyip çeşitli kesimlere açıldı.
* 28 Şubat’ta Erbakan’ı eleştirdi, askere destek verdi.
* 28 Şubat’a karşı en küçük bir direniş göstermedi.
* Ecevit’le yakınlaştı.
* * *
Bütün bunlardan “Fethullah Gülen’i nasıl bilirsiniz?” sorusuna şu türden yanıtlar çıkar:
* Macerayı hiç sevmez, gözü kara değildir.
* Denge adamıdır ve aşırı ihtiyatlıdır.
* Türkiye’nin dünya sistemi içindeki yerini önemser.
* Temkin onun şiarıdır, kelimenin tam anlamıyla ılımlıdır.
* Radikalizme karşı mesafelidir.
* Savrulmaz, intizamsızlığa asla prim vermez.
* Kontrollüdür, cemaat içinde hiyerarşiye uyum ister.
* * *
Bu özelliklere bakarsak...
Fethullah Gülen’in “Gazze gemileri”ni eleştirmesi karşısında şaşırmamamız, hayret etmememiz gerekir.
Ama şaşırıyoruz, ama hayret ediyoruz.
Neden mi?
Şundan dolayı: Fethullah Gülen epey bir zamandır, hareketini AK Parti içinde eritmişti. Darbe planlarına karşı hayli enerjik, askerin etkinliğinin kırılması için de epey agresif bir çizgi izliyordu.
Yani bu konuda AK Parti ile yüzde yüz uyum içindeydi.
* * *
Ama ne zaman ki “İsrail /ABD / Gazze gemileri” konusu gündeme geldi, işin rengi birden değişti.
Gülen, AK Parti ile ayrışma ihtiyacı hissetti.
Bunun üç temel nedeni var:
* BİR: Askeri geriletmenin dünya sistemi açısından bir sorun teşkil etmediğini bilen Fethullah Gülen, “gemi olayı”nın dünya sistemi tarafından “çok aşırı bir hareket” olarak algılandığını gördü. Ve sistemden kopmak istemedi.
* İKİ: AK Parti’nin dünya sistemiyle uyumsuzluk sürecine girdiğini gördü ve bu nedenle AK Parti’den ayrışmak istedi.
* ÜÇ: AK Parti’nin hafiften gerileme sürecine girdiğini, CHP’nin hafiften yükselişe geçtiğini, ufukta da bir CHP-MHP koalisyonunun göründüğünü fark etti.
Ahmet HAKAN - HÜRRİYET GAZETESİ
Etiketler:
abd,
ak parti,
akp,
bülent ecevit,
chp,
fetullah gülen,
gazze,
gülen cemaati,
halkçı görüş,
halkın gençliği,
israil,
mavi marmara,
milli görüş,
saadet partisi,
tdp,
türban
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)